Browse By

Kültürlenmenin Bir Öğesi Olarak Tiyatro

Tüm sanat akımları bir düşünme biçiminin, bir dünya görüşünün hayatı anlama ve anlatma biçimleridir. Dolayısıyla; bir sanat akımı ifadesini bulduğu düşünme şeklinin ve böyle düşünen bireylerin toplum içinde yayılmasına hizmet eder. Eski Yunan tiyatrosunun yaptığı buydu, gerçeküstücülerin, varoluşçuların ve hatta dadacıların yaptığı da buydu. Değişik toplumsal şartlara bağlı olarak oluşan tüm tiyatro biçimleri ve akımları da bu duruma dahildir, bir yaşam kültürünün ve bir düşünme şeklinin yayılmasına hizmet eder.

O halde sanat sadece basit bir düşünce (tema) aktarımı değildir. Aynı zamanda sanatçının bu düşünceyi (temayı) kafasında oluştururken ve bunu ürettiği sanat eserinde yansıtırken kullandığı düşünce biçiminin de aktarımıdır.

Bir toplumda sanat iki şekilde varolabilir;

toplumun hakim ideolojik ve kültürel yapısına uygunluğu ile

toplumsal yapıdaki çelişkiler, huzursuzluklara tepki ve alternatif arayışı ile

Birinci durumda sanatın işlevi doğrudan kültürlemeye yöneliktir. Kültürleme; insanoğlunun çocuk veya ergin olarak kendi kültüründe etkinlik kazanması ve eğitim süreci sırasında karşılaştığı bilinçli ve bilinç-dışı şartlandırmalardır. Başka bir değişle kültürleme; toplumun ideolojisini yayma sürecidir. Kültürü oluşturan her öğe (din, ahlak, sanat, hukuk, dil vb) bilinçli ya da bilinçsiz olarak kültürün korunmasına ve yeni kuşaklara aktarılmasına hizmet eder. Kültürle birlikte aktarılan; o toplumun tarih içinde edindiği bilgi birikimi ve oluşturduğu hayatı anlama şeklidir.

Kültürler değişir, değişmeyen kültürel yapı yoktur. Bu değişimin yasaları, diyalektiğin yasalarıdır. Toplum, her daim egemen ideolojisine karşıt unsurları içinde taşır. Değişim kimi dönemlerde hızlanır kimi dönemlerde yavaşlar. Değişimin hızını belirleyen toplumdaki karşıtların birliği ve çatışmasıdır. Toplumsal geçiş dönemlerinde kurulu düzen genellikle toplumu oluşturan sınıfların bir ya da birden fazlasının aleyhine bozulur ve toplumsal huzursuzluk artar. Yeni sanat akımları toplumun iç çelişkilerinin yoğunlaştığı dönemlerde bir tepki ve alternatif arayışıyla birlikte ortaya çıkar. Burada da bu tepki ve alternatif arayışının oluşturduğu sanat, hayatı anlama ve anlatmanın egemen biçimine karşı bir anti-tez ile çıkar. Tez ve anti-tez bir yerde sentezlenecek ve kültür değişmeye devam edecektir. Ama bizim asıl ilgilendiğimiz muhalif sanat akımının anti-tezini yayarken aynı zamanda bu anti-tezi oluşturduğu yöntemleri ve hayat görüşünü de yayması ve senteze bunu da sokması. Bu da toplumun yeni ideolojisine yani düşünce biçimine yapılmış bir katkıdır.

Ancak burada atlanılmaması gereken sanatın kültürü oluşturan öğelerden sadece biri olduğudur. Kültür sanat gibi daha pek çok öğeden oluşur. Dolayısıyla toplumun değişmesinde ana belirleyen değil, bu değişmeye katkı koyan bir öğedir.

Düşünce biçimi dediğimiz temelde iki başlıkta incelenebilir:

Hayatı anlama ve anlatma yöntemi, tarih boyunca insanlık hayatı temelde iki biçimde anlamaya çalışmıştır: İdealizm ve materyalizm. Dolayısıyla bir düşünme biçimi ya idealist olacaktır ya da materyalist.

Düşüncenin biçimsel yapısı, yani hızlı ya da yavaş olması, karmaşık ya da basit, soyutlayarak, analiz ederek, eleştirel ve kuşkucu olarak ya da sorgulamaksızın kabullenerek vb gibi… özelliklere sahip olması. Ancak burada bütün bu saydıklarımızın bir önceki başlıkta sözettiğimiz yöntemlerle de ilişkili olduğunu belirtmek gerekli.

Sanat yapıtında işlenen konunun ele alınış tarzı birinci başlığı etkileyecektir. Biz tiyatromuzda kişileri ve olayları idealist bir mantıkla da ele alabiliriz, diyalektik materyalist bir tarzda da. Böylelikle idealizmin ya da diyalektik materyalizmin yayılmasına hizmet etmiş oluruz. Sanatımızı alımlayıca sunarken kullandığımız sanatsal biçim de ikinci başlıkta ele aldıklarımızı etkileyecektir. Biz sanatımızla alımlayıcıyı, analiz ederek, çok boyutlu düşünmeye, eleştirel bakmaya da yöneltebiliriz; basit, tartışmayan ve sorgulamayan bir biçime de yöneltebiliriz. Bu bizim ele aldığımız konuyu işleyiş tarzımız ve onu anlatırken kullandığımız dil ile ilgili olacaktır.

Bir örnek üzerinde konuyu biraz açmaya çalışalım. AST’ın bu sezon oynadığı Molliere’nin “Tartuffe” oyunundan uyarladıkları “Yobaz” adlı oyunu ele alalım. Oyun bir burjuva ailesini konu alır: Aile reisi Mümin Bey birgün çok muhterem bir zat dediği Şeyh Nureddin’i diğer aile üyelerinin rızası olmaksızın eve yerleştirmiştir. Mümin Bey hariç ailenin tüm üyeleri Şeyh Nureddin’in bir sahtekâr olduğundan eminken kimse Mümin Bey’i bu konuda ikna edememektedir. Üstelik Mümin Bey kızını bu çok muhterem dediği zatla evlendirmek istemektedir. Hem de kız başka biriyle nişanlanmak istediği halde. Şeyh Nureddin ise bir yandan Mümin Bey’e ermiş hoca pozları kesmekte bir yandan da evde yaşayan bütün kadınlara sarkıntılık etmektedir. Mümin Bey’in karısına yani evin hanımefendisine ise özel bir ilgi göstermektedir. Bütün bunların yanında Mümin Beyin servetinin kontrolünü de Mümin Beyin isteğiyle kendi üzerine almıştır. Bir yandan da Mümin Bey’den yoksullara ve muhtaçlara yardım adı altında aldığı paraları borsada yatırıma dönüştürür. Olay dizisi, ev sahibesinin Mümin beyle başbaşa konuştuğu sahnede doruğa erişir. Mümin Beyin karısı Şeyh Nureddin’le, kızıyla evlenme işini tekrar düşünmesini konuşmak istemiştir. Nureddin’in derdi ise hanımefendiyi elde etmektir. Hanımefendi Nureddin’i, kendisine yaptığı teklifleri Mümin Beye anlatmakla tehdit edecek olur. Karşı tehdit hemen gelir, hem hanımefendinin sözleri Mümin Bey üzerinde etkili olmayacaktır hem de böyle bir olyaın gerçekleşmesi halinde Nureddin evin kızıyla hemen evlenecektir. Hanımefendinin amacı ise biraz vakit kazanmaktır. Bu konuşmaları duyan evin oğlu bir anda ortalığı birbirine katar ve Nureddin’i tokatlar. Olay Mümin Bey’e taşar. Mümin Bey oğlunun Nureddin e yönelik suçlamalarına inanmaz, Mümin Beyin karısı ise Nureddin ile yaptığı anlaşmadan (karşı tehdit işe yaramıştır) dolayı sesini çıkartamayınca Mümin Bey oğlundan Şeyh Nureddin’den özür dilemesini ister. Oğlan bunu reddedince Mümin Bey oğlunu evden kovar. Bu olanlar sonucunda Nureddin’in evdeki gücü iyice ortaya çıkmıştır. Bu esnada evin hizmetçisi Dudu devreye girer ve hazırladığı oyunlarla Nureddin’in gerçek yüzünü Mümin Beye göstermeyi başarır. Mümin Beyin gözleri açılmıştır, Nureddin polise teslim edilir, evin oğlu eve geri döner, evin kızı ile sevgilisi tekrar birbirlerine kavuşmuşlardır ama Nureddin az sonra geri döner. Önemli makamlarda dostları olduğu için poliste çok uzun kalmamıştır. Şimdi o bütün aileyi evden kovmaktadır çünkü ailenin tüm servetini evle beraber kendi üzerine geçirmiştir. Durum bu sefer gerçekten umutsuz görünmektedir. Ancak hizmetçi Dudu tekrar devreye girer ve oturduğu gecekondunun eski tipteki iri anahtarını silah gibi Şeyh Nureddin’in arkasına dayayarak ailenin tüm servetini tekrar iade etmesi için bir kağıt imzalamasını ister. Arkasına dayanan anahtarı tabanca zanneden Nureddin can korkusuna düşer ve kağıdı imzalar. Mümin bey ve ailesini tehdit eden bela uzaklaştırılmıştır. Görünüşe bakılırsa mutlu son. Bu haliyle oyun sahtekar dindarlara ve şeyhlere dikkat çekerek halkın uyanık ve zeki olması gerektiğini anlatıyor denebilir.

Bir de oyunu yaydığı düşünce biçimi açısından tartışalım. Oyunda Mümin Bey ve ailesi burjuvaziyi işaret eder. Hizmetçi Dudu ise emekçileri. Oyun burjuvazinin yaşamını tehdit eden bir tehlike üzerine kurulur. Bu tehlike karşısında burjuvazi bir türlü kendini doğru düzgün koruyamaz, beceriksizce davranarak kendini sürekli daha da zora sokar. Evin kızının Nureddin’le yapması planlanan evlilik konusunda sevgilisiyle konuşurken çözümsüzlüğe gitmesi, neredeyse sevgilisiyle ayrılma noktasına gelmeleri son anda yine Dudu tarafından önlenir. Hem sevgili hem de kız çocukça davranmışlardır, akıllıca davranan tek kişi Dudu’dur. Ya da evin oğlunun öfkesine yenik düşerek Nureddin’i tokatlaması kendisinin zararına olmuştur. Mümin Bey zaten hiç akıllıca davranmamaktadır. Evin hanımı ise kızının evliliğinin ertelenmesi için Nureddin’le işbirliği yapacak kadar çaresiz ve çözümsüzdür. Bütün bunlar yukardaki düşüncemizi haklılaştırır. Burjuvaziyi bu tehlikeden kurtaran ise Hizmetçi Dudu olur. Önce Nureddin’in maskesini düşürerek sonra da onu kandırarak. Bunun için de hep aklını ve zekasını kulllanır. Peki Hizmetçi Dudu ne uğruna Mümin Bey ve ailesini kurtarır? Elbette var olan statükonun korunması uğruna. Oyun bittiğinde herşey oyunun başındaki duruma geri dönmüştür. Burjuvazi yine servetin tamamına sahip emekçiler ise gecekondularında. Oyun, düzeni meşrulaştırmıştır. Emekçiler silahlarını burjuvazinin servetini korumak ve toplumsal statükoyu korumak uğruna kullanmışlardır. Aslında Dudu için evin sahibinin kim olduğu önemli değildir. Onun için ev Nureddin’in olmuş, Mümin Bey ve ailesinin olmuş ne çıkar. Önemli olan her iki durumda da onun gecekondusunda yaşaması ve aynı işi yapıyor olmasıdır. İşte bu oyunla yayılan düşünce biçimi, dünya görüşü budur. Kurulu düzeni tehdit eden tehlikeler yolunda uyanık ve zeki ol. Ama düzeni sorgulama. Agusto Boal’ın dediği gibi aman ne ideoloji!

Sonuç

Tiyatronun kültürleme işlevi bizim önemsediğimiz bir işlev. Tiyatro yaparken kendi ideolojimize uygun düşünce biçimini yaymak istiyoruz. Böylelikle idealimizdeki “Yeni İnsan”ın yayılmasına hizmet edeceğimizi düşünüyoruz. Tiyatromuzda önereceğimiz insan; emeğe saygılı, yaşamında emek harcayan, düşünmesini seven, statükocu olmayan, hayata eleştirel bakıp doğru soruları cesurca sorabilen, çelişkilere köktenci yaklaşan, analiz ederek düşünen ve çözüm üretmeye çabalayan insan olacaktır. Dolayısıyla toplumdan, okuldan, sinemadan, tiyatrodan yani bütünüyle sistemden aldığı herşeyi sorgulayan ve yaşama karşı pasif değil aktif tutum takınan yani yaşama müdahale etmeye yönelik bir tutum takınan bir dünya görüşünü tiyatromuzla yaymak istiyoruz. Tabi ki bir düşünce biçimini yaymaya çalışmak o düşünce biçimini doğrultusunda yaşamaktan geçer. Bizim de bu konuda kat etmemiz gereken mesafelerin olduğunun farkındayız. Yapmayı amaçladıklarımız bize bazı sorumluluklar yüklüyor. Tiyatro pratiğimizi bu yönde varetmek, özelde geleneksel tiyatronun toplamda geleneksel kültürün deşifresyonunu yapmak, bunlar üzerinden karşı kültürü tanımlamak ve bu karşı kültürü yaymak için yeni cepheler açmak gibi oldukça zorlu sorumluluklar ve süreçler bunlar. “Ama biz, yine de ilerlemeye bakalım! Düşüp kalkmamıza aldırmadan ilerleyelim! Bir kavganın içine girdik görünüşe bakılırsa, o halde kavga edelim! İnançsızlığın dağların bile yerini değiştirdiğini görmedik mi? Bizden bir şeylerin gizlendiğini anlamış olmamız yetmez mi? Bir perde çekilmiş hepsinin önüne: Onu kaldıralım!” B. Brecht “Tiyatro İçin Küçük Organon” Bölüm 32